Korkudan evden bile çıkamadığımız tanımsız zamanlardayız. Evden çıkmak neden insanı korkutsun ki, değil mi? Az önce SpaceX iki astronot taşıyan bir mekiğini uzaya fırlattı ve bunu canlı yayında izledim; aynı anda TRT 2’de çok sevdiğim bir film vardı: Boş Ev. -Hiçbir şeye konsantre olamıyorum ne yazık ki, bu bana has bir durum değil, eminim. Mekik uzaya çıkmadan yeşil çay demledim, terekte bulduğum plastik tasa biraz çekirdek koydum, Lindt almıştım, çikolatadan dörtlü bir parça kırıp sıcak çayın içine bandım, eriterek yedim. Taşınabilir bilgisayarımı kapıp, TV’yi açık bırakıp, çaya bir bakış fırlatıp terasa koştum. Merdivenleri çıkarken hiçbir şey düşünmedim, ama yıldızlı bir gökle karşılaşınca, bir ekranda göğe ağan o uzay mekiğine, bir de gökyüzüne bakıp yıldızların arasında onu aramadım dersem yalan söylemiş olurum. Göremedim elbette. Göremezdim de. O nerde, sen nerdesin. Önemi yok. Yıldızlar orada, gezegenler orada. Bazısı güçlü ışıklar saçıyor, bazısı yorgun bir su gibi zayıflıyor. Öyle işte. Yazmak istedim. Berbat günlerden geçerken, uzun zaman sonra bir not düşeyim dedim. Hâlâ yeryüzündeyim. Sahi, 2000 yılından sonra kim mutlu oldu ki? Her şey 1900’lü yıllarda saklı bir anı olarak kaldı işte. Ruhsuz ve mutsuz bir çağ 2000’ler. Herkes ölüyor. İnsanlar teker teker bir bilinmeze gidiyor. Mayıs ayında, önce arkadaşım ve yazarım Sunar Abla’yı, Sunar Kural Aytuna’yı yitirdik; sonra Tekin Abi’nin acı haberi geldi, Tekin Gönenç’i, o güzel insanı da yitirdik. Nereye gittiler bilmiyorum, ama yollarımız iyi ki kesişmiş. Bunu söyleyebilirim. Hem, insan nereye gidebilir ki?..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder