14 Ocak 2024

Ağıt

 

Ağıt

Yıllar geride kalınca, şöyle bir düşünüyor insan. Geçmiş ne, gelecek ne? Nereye uçtu bunca anı, insan, an, zaman, yaşanmışlık ve yaşanmamışlık? Neden yok ettim tüm flu fotoğrafları bilmiyorum. Eski ben nerede kaldı, eski “sen” nerede. Nerede ne hata yaptım ve neyi nasıl kaybettim. Kazandıklarım neler. Tabii ki şiir kazandı hep, ben kaybettim. Ağzımdan çıkan sözcükler, bu kara yazgının da ilk işareti olmuştu. Yan yana gelen iki sözcük ve kapanan dev perde. Bir dakika, bu benim oyunum diyemedim. Hâlâ beni üzen, derinlere sürükleyen, yaptığım her yeni hata ve kayboluş denemesinde içimi kanatan iki sihirsiz sözcük. Bazen düşünüyorum da, her şey nasıl da trajikomik. Herkes yaşamına devam ediyor, sen çırılçıplak kalmışsın. Yitirmişsin değerli şeyleri. Aynı sokaklarda yürüsen de boşuna. Yeni yüzler ve sesler eklendi ömrüne, onları da yitirdin. Her yolculuk biraz daha eksiltti seni, saçların beyazlamaya, ruhun eprimeye başladı. Düşlerin toprakları geniştir fakat yönünü bulamayan kör bir kuş gibisin. Sana gözlerini verecek bir ay ya da kurbağa yok. Yıllar hızla akarken içinde bir yerde rüzgârgüllerine âşık, gölgesi gibi değişmeyen, yaşlanmayan bir “şey” kaldı. İsimler bazen birbirine karışıyor ne garip ki. Geçmişe gidip geliyorum. Özlüyorum. Neden hep güzel “an”ları çağırıyor lanet olası zihin! Bilmiyorum.

Görüntüler içinde kaldım sanki. Bir kayboluş hissi var etime saplanan. Kokular gelip sarıyor bazen uykumu, bir kadının burnundaki papatya tozu, ada vapuru, küçük bir parfüm şişesinden taşan ve hep seni hatırlatan o koku, tenin ustaca sakladığı nefis koku; ne yaparsan yap engelleyemezsin bu gidişi ah sefil. Evet, sana büyük ve özel bir yetenek bahşetti Tanrı, ama diyetini de alıyor fark etmeden. Tanrı; kaybedişlerden yapılmış her şey, bunu öğrendin. Hislerinin izini sürsen de karanlıkta oraya buraya çarpıp duracaksın. Usulca kabullenmek mi gerek, gidenin ardından denize karşı gizlice gözyaşı dökmek mi. Gözyaşın denizin rengini değiştirse de bir tek sen fark edeceksin bunu. Çünkü söz verdin, tüm bunların böyle olmasını istedin o gün. Tek dileğin vardı, onun çok mutlu olması, günün ağarması, saatlerin hızla dönmesi, iki yabancıya dönüşmeniz ve her şeyin silinmesi görünmez yapraklarla…

Zehirliydi dil, kendini soktun. Belki de gözlerinin usulca daldığı bir uyku şu an yaşadıkların. Uyanacaksın, her şey en güzel haliyle devam edecek. Karnındaki sıcaklık, onun eli. Bacaklarını dolamış sana ve kalp atışlarını dinliyor, sandalyede ağlıyor, pencereden bağırıyor, el yazısıyla süslediği bir kitap hediye ediyor sana, sözler veriyor, bir ağacın altında seni bekliyor.

Ah zaman! Ah Tanrılar! Sonsuz deniz! Yollar ve tunç yıllar! Kin dolu toprak! Al acılarımı benden! Dayanamıyorum! Böyle olmasını istememiştim ben. Çaresiz katlandım bu büyük acılara… Tek dileğim vardı, onun mutluluğu benim acılarıma eklensin demiştim. Keşke zamanı geri alabilsem…

Hiç yorum yok: