14 Ocak 2024

Söyleşi - Güven Turan

 

Güven Turan ile Söyleşi

Söyleşi: Kadir Aydemir

Güven Turan’ın yazdığı romanlar Üçlü adıyla yeniden kitaplaştı. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitapta yazarın, Dalyan (1978), Yalnız mısın? (1987), Soğuk Tüylü Martı (1992) adlı romanlarını bir arada bulmak mümkün. Bilindiği gibi Güven Turan, Dalyan ile 1979 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü almıştı. Kendisiyle Üçlü üzerine konuştuk…

-Üçlü’de, neredeyse sekiz dokuz yıl arayla yazılmış olan romanlarınız bir arada bulunuyor. Yazarlar yapıtlarına kendilerinden ve yaşadıkları dönemlerden çok şey katarlar, deriz hep. Sizin eserlerinizde de üç ayrı dönem -rahatlıkla- sezinlenebiliyor, öyle değil mi? Sizi bu üçlemeye götüren şeyler nelerdir?

Bu romanları bir “üçleme” oluştursun diye yazmaya başlamamıştım, onun için de “üçleme” demedim “Üçlü” dedim… Bir bakıma, Ortaçağ sonlarıyla Rönesans başlarında yaygın olarak görülen “triptych”ler gibi… Üç panodan oluşurdu bunlar ve orta bölmede Meryem (çocuk İsa’lı ya da İsa’sız) bulunur, iki kanatta bulunduğu yere bağlı olarak, kentin, kilisenin ya da sahibinin azizlerinin resimleri yer alırdı. Bosch, bu üçlü yöntemi tümüyle çılgın bir biçimde ele almıştı bugün, Madrid’de, Prado Müzesi’ndeki Dünyevi Hazlar Bahçesi adlı harika triptych’inde örneğin! Benim Üçlü, daha çok Bosch’un yapıtına benziyor! Bu üç roman, 1970 başıyla 1980 ortaları arasını belli bir bakış açısından, yansıtmaya çalışıyor.

-Üçlü’nün ve sizin ilk romanınız olan Dalyan’daki karakterlerde, hayata karşı bir boş vermişlik, duygu ve davranışlarda yer yer garip isteksizlikler gözlemliyoruz…

İlkgençliğimde Varoluşculuk’tan, Schopenhauer’den, Nietzsche’den, Kierkegaard’dan, Camus’den çok etkilendim ben… Bir de benim öyküleme tekniğim, dışardan bakma üzerine kurulu. Bakıyor ve yorumsuz yansıtıyor gizli anlatıcı romanları. Yorum okura bırakılıyor… Dalyan’ın adsız kişisi, gerçekten tepkisiz mı, tepkisizse, neden? Ben vermiyorum bu soruların yanıtını, okurun değerlendirmesine bırakıyorum.

-Yalnız mısın? romanının kahramanı Orhan’la, Soğuk Tüylü Martı’nın ana karakterlerinden Uğur’un yolları Yeniköy’de bir kahvede kesişiyor. İki roman arasındaki bu narin ayrıntı ile neyi vurgulamak istediniz? Bu geçişte bir soru işareti var mı?

Daha Dalyan’ı yazmaya başlamadan bir üçleme kurma niyetinde olmadığımı söyledim ama, Yalnız mısın’ı yazarken, Dalyan’la bağlantı kurdum. Örneğin Dalyan’da adsız kişi, güneydeki adsız şehirde (ki tümüyle kurmaca bir yer orası, başlangıçtaki Ankara’nın neredeyse milimetrik gerçek olmasına karşılık) otelde balkondan aşağıya bakarken alt balkonda bir kadınla erkek görür… İşte onlar, Yalnız mısın’ın Verda’sı ile erkek arkadaşıdır! Ve Yalnız mısın’da Orhan’ın gittiği Yeniköy’deki kahvehanede Soğuk Tüylü Martı’da Uğur aynı anda vardır! Bunlar, bir açıdan olasılıkların saçmalığı (Varoluşçu anlamda) üzerine benim bir tür dalga geçmem… Ciddi bir açıdan bakıldığında ise, Görecelik (Relativity) Kuramı ile de açıklanabilir… Nasıl isterseniz… Her ikisi de geçerli.

– “Üçlü değişim noktasında oluşumun
ben de yorgunum kendimi kendime gizlemekten”

yıllar önce yazdığınız bu dizeler Dalyan’ın yazıldığı zamana denk düşüyor. Üçlü sözcüğü romanların ortak adı için bir tesadüf mü, yoksa bilinçli bir tercih mi? Bu üçgeni biraz açar mısınız?

Şimdi de Yaz Üçgeni diye bir roman yazıyorum! Hızla da ilerliyor… Üçgen, garip bir formdur. Hem sabit ve dengededir hem her an devrilebilir… Özellikle eşkenar üçgenler bende bu garip, ikilemli, ikircikli duyguyu uyandırır. Romanlarımda da bu ikilemli, ikircikli duyguları ele almayı seviyorum. Üçlü ilişkilerin dengesizliği gerçekte, biri sabit, ikisi değişken, ikili ilişkilerden kaynaklanıyor kanımca. Üçgen üstelik müthiş gergin bir form… Üçlü ilişkiler de böyle değil midir?

-Güven Turan, romanlarından insanlara nasıl bakıyor? Şiirlerinizdeki gözeneklerden mi yoksa kendi deyiminizle “Unutulmuş bir evin unutulmuş camlarından” mı?

Daha çok, bir kalenin mazgalından! Kierkegaard, “hüzün kalemimdir benim,” demiyor mu günlüğünde? Aragon da “mutlu aşk yoktur” demiyor muydu? En ala ala hey yaşıyor diye suçlanabilecek Soğuk Tüylü Martı’nın Uğur’un bile içinde ölüm içgüdüsüne bulanmış bir hüzün taşımıyor mu? “Unutulmuş bir evin unutulmuş camlarından” bakıldığında da aynı derecede uzaktır her şey. Aynı derecede “flu”dur… Sahi, bunlar benim insanlara bakışım değil, benim kişilerimin, insanlara ve dünyaya bakışlarıdır, aman karıştırmayalım bu iki bakışı!

-İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirmiş bir yazar olarak, romanlarınızda İngiliz Edebiyatının özellikleri görülüyor mu? Örneğin cinayet olgusunu sıklıkla işlemeniz buna bir kanıt olabilir mi?

Evet, bu espriyi sık sık da yaparım: İnsan bir lise, iki doktora denemesi, bir yüksek lisans, bir lisans boyunca (toplam 10 yıl mı ediyor?) Shakespeare okumuşsa, şimdi de sık sık açıyorsa bu hazretin kitaplarının kapağını, hayatı cinayetsiz düşünemez elbette! Kaldı ki, kansız cinayetleri de az değildir hayatın! Hatta, kansız cinayetler daha bile ürkütücüdür. Şaka bir yana, bu üç romanda, toplumsal şiddetin bireysel dışavurumlarıydı, anlattıklarım. Kültürel yapılanması ne olursa olsun, bir yabancı da olsa, bir süre sonra içinde yaşadığı toplumdan arınamaz hiç kimse. Birey, en eğitimlisinden en eğitimsizine, sosyal olarak en yükseğinden, en yoksuluna, toplumla aynı yapısal özellikleri taşır bence.

-Romanlarınızda bazen düzyazıdan koptuğunuz ve şiir diline çok yaklaştığınız oluyor… Bazen şair kimliğiniz ön plana çıkıyor sanki…

1959′da, daha edebiyatçı olmaya karar vermem bir yana, aklımdan bile bunu geçirmezken, çok yakın aralıkla, Yaşar Kemal’in İnce Memet’ini ve Faulkner’in “Delta Autumn”unu (Delta’da Güz), Virginia Woolf’un Deniz Feneri’ni okumuş ve bu yapıtların betimlemeleriyle, hele hele ilk ikisinin girişleriyle büyülenmiştim. Romanı şairce yazmayıp romancı gibi ve romancı olarak yazmaya çaba gösteririm. Gene de özellikle betimlemelerde, görsel dil, şairliğimi yardıma çağırıyor sanırım.

-Üçlü’de yer alan üç romanda da erotizmi kullanış şekliniz göze çarpıyor. (Ateşli sevişme sahneleri, baştan çıkartıcı oyunlar vb.) Kimi şiirlerinizde de lirik bir dille erotizmi işlediğiniz olmuştu… Güven Turan için edebiyatta erotizm nerede saklanıyor?

İnsanın doğasında! İnsanı insan yapan öğelerden biridir, cinselliği doğal üreme içgüdüsünden sıyırıp, salt çiftleşmeden çıkartıp, onu saf haz duygusuna dönüştürmesi. Cinsellikteki saf haz duygusudur işte bence erotizm. Erotizmdeki saflık çocukça bir saflıktır, bir oyun saflığıdır. Cinsellik oyunbazlığını, saflığını yitirdi mi yaratıcılıkta, pornografiye dönüşür. Şunu da belirteyim, ben pornografiye de karşı değilim. Yetişkin insanlar arasında karşılıklı kabul üzerine kurulu her türlü cinsellik deneyimi, bireysel özgürlüğün temellerinden biridir kanımca.

-Bir şiirinizde “Aynı izlerden geçmemek için / Gözlemle yetindik denemedik betimlemeyi” diyorsunuz… Romanlarınızla aynı yıllarda yayınlanan diğer romanlar hakkında kısaca ne düşünüyorsunuz? Ötekilerin betimleme sanatını başarılı bir şekilde kullanabildiklerine inanıyor musunuz?

Ben hem şiirimde hem anlatımda (öyküde ve romanda) genel eğilimlerden, kabul gören yaklaşımlardan özellikle kaçmayı seçtim. Dalyan, 1978’in son aylarında çıkmıştı; 1976′da yazmaya başlamıştım… Bu romanımdan bugüne gelen süreç içinde elbette çok sevdiğim, önemli bulduğum, hatta okuyunca sarsıldığım pek çok kitap çıktı… Özellikle betimlemelerine takıldıklarım oldu mu? Anımsamıyorum şimdi.

-Güven Turan sonrası için neler hedefliyor?

Üçlü’nün yayımlanışı galiba etkiledi beni, yeniden roman yazma heyecanı verdi… Yukarıda da söyledim ya, yeni bir roman yazıyorum şimdi: Yaz Üçgeni. Niyetim, önümüzdeki yıl bitirip, çıkartmak bu romanı. Şimdilik iyi gidiyor. Bakalım… Bu konuşma hep roman üzerine oldu, romanla da kalsın, şiir çalışmalarımı karıştırmayayım buraya…

Hiç yorum yok: