14 Ocak 2024

Söyleşi - İzzet Yasar

İzzet Yasar / Dil Oyunları

Şair İzzet Yasar ile, şiir kitabı Dil Oyunları üzerine konuştuk.

Söyleşi: Kadir Aydemir


Kanama’dan Yeni Kuş Bakışı’na, Ölü Kitap’tan Dil Oyunları’na İzzet Yasar. Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan şiir kitabınız Dil Oyunları’nın rötar nedenlerini bize açıklayabilir misiniz?

Rötar niye?… ben bir süre edebiyattan uzaklaştım. Sinema sanatına ilgi duydum. Sinema üstüne denemeler yazdım. Bu yazılar Balta/zar adıyla yayımlandı YKY’den. Senaryolar da yazdım. Onların gerçekleşme imkânı olmadı ama yazmam gerekiyordu ve yazdım. Zaten ben, şiiri bir edebiyat türü olarak görmüyorum.

Neden?

Çünkü nasıl ki maddenin katı, sıvı, gaz gibi halleri varsa sanatların da bir şiir hali olduğuna inanıyorum. Sinema mesela bir sanattır, ama aynı zamanda da bir aygıttır. Sinema ile bir tıp eğitim filmi de çekilebilir. Ama bence sinemanın bir de şiir hali vardır. Mesela Godard’ın ya da Bresson’nun filmleri buna örnektir. Bu nedenle kendimi şiirden uzaklaşmış saymıyorum, çünkü bu dönemde sinemanın şiir haliyle ilgilendim.

Bu kitabınızda da kendinize has şiir üslubunuz, dil işçiliğiniz sürüyor. Dil ile oyun İzzet Yasar için olmazsa olmaz mı?

Kanama’da çok dil oyunu yoktu, Yeni Kuş Bakışı’nda da pek yoktur. Çünkü o zamanlar şiirle insanlara bir şeyler öğretebileceğimi sanıyordum, böyle bir yanılsama içindeydim. Sinema yönetmeni Andrey Tarkovskiy’in de dediği gibi insanlık son 3000 yılda hiçbir şey öğrenemeyeceğini ispatlamıştır. O yüzden dil oyunları oynamayı daha doğru ve keyifli buluyorum. Normal bir dil bir şey öğretmek için kullanılır. Bir mesaj çıkacaksa benim şiirimden, bu, mısraların arasından okura geçecek olan bir duygu, bir tavır olabilir sadece.

Dil Oyunları’nda yer yer toplumsal hayatı sorgulayan, yakın tarihe göndermeler yapan bölümler var. Devlet ile, sistem ile çekişmeler yaşayan dizeler bunlar… Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Tabii ki devletle, sistemle bir sorunum var. Türkiye aslında feodal bir ülke. Senyörün yerinde asker-sivil bir çekirdek grup var. Vasaller, yani siyasi partiler, feodal senyörün icazetiyle sırayla iktidara geliyorlar. Kendilerinin ve onları destekleyen çevrelerin çıkarlarına uygun icraatları yaptıktan sonra yerlerini başka bir vasale bırakıp gidiyorlar. Böyle bir feodal sistemde, rüyasında demokrasi olduğunu gören böyle bir yapıyla, benim problemim olması doğaldır. Bu sistem bana oyun oynuyor, ben de dil oyunları oynuyorum.

Pek çok insanın (okur ya da yazarın) bilmediği, akıllarına bile gelmeyecek sözcükleri şiirlerinizle dolanıma alıyorsunuz. Bu ilgi ne zaman, nereden başladı sizde, dilinize bu sözcükler nasıl yapıştı?

Ben bunu önce Mustafa Irgat’ta gördüm. Onun yüzlerce sözlüğü (tarama, argo, mitolojik vs.) didikleyerek nasıl ciddi bir şekilde – adeta bir mühendis gibi- şiir çalıştığını gördüm. Ve böyle bir çalışmanın şiire neler kazandırabileceğini gördüm. Tıpkı, bir bestecinin aradığı notayı bulması gibi, aradığınız bir kelimeyi herhangi bir sözlükte bulabilirsiniz. “Şiir kelimelerle yazılır” diyen Mallarmé de böyle çalışırdı şiire. Ayrıca, bu yöntem, bana saldırgan ve müstehcen olma imkânını da veriyor. Özellikle yakın tarihimiz bence müstehcen bir tarihtir. Ve onu kurcalarken benim de müstehcen ve muzır olmak hoşuma gidiyor. Yani bu kelimeler benim bu oyunu oynamamı kolaylaştırıyor aynı zamanda. İnsanları bu yolla rahatsız etmek istiyorum. Çünkü insanlar fazla rahat! Rahatsız edilmeleri gerekiyor…

“Uçsuz budaksız” bir şiir evreniniz var… Günlük yaşamınızda sözcüklerle aranız nasıl? Bir reklam tabelası, bir duvar afişi gördüğünüzde sözcüklerden etkilenip kurmacalar yapıyor musunuz zihninizde? Sözcükler sizi rahat bırakıyor mu?!

Benim kelimelerle böyle bir problemim yok. Ben bu anlamda bir edebiyatçı değilim. Yani bütün evreni kelimelerden ibaret bir şair değilim. Dünyayı sadece şiir açısında gören biri değilim. Daha çok, kutsal kitaplardan, tarih kitaplarından ve günlük hayattan çıkarıyorum mısraları. Kelimeler, şiirin duygusu, fikri oluştuktan sonra, şiiri inşa çalışması sırasında inşaat malzemesi olarak bir değer kazanıyor benim için.

İlhan Berk sizin şiiriniz için “Bir başına, kapalı, çetin, lanetli bir şiiri sürdürüyor” diyor. Lanetli bir şiir mi sizin şiiriniz, öyle ise, şiirinizi lanetli yapan şeyler neler?

Bunu bir başıma sürdürmüyorum; Mustafa Irgat’la beraber sürdürüyorum, Ece Ayhan’la beraber sürdürüyorum. Lanetli olup olmadığını da bilmiyorum şiirimin. Sanırım, Rimbaud için kullanılmıştı lanetli şair tanımı. Rimbaud zaten kendi kendini lanetlemişti metinlerinde… Sonra da hayatında…

Peki siz Rimbaud’dan etkilendiniz mi?

Çok etkilendim. Mesela “La chanson de la plus haute tour” ismindeki şiir ve onunla aynı dönemde yazılmış birkaç şiir beni çok etkilemiştir. Ama ben, Rimbaud’nun yaptığı gibi hayatında da kendini lanetlemiş birisi değilim. İlhan Berk iltifat etmiş, sağ olsun…

Dil Oyunları, diğer şiir kitaplarınız ve öykü kitabınız da dahil olmak üzere, sanatınızla anlaşılma-anlaşılmama isteğiniz hangi yönde? Anlaşılmamak gibi bir kaygınız oldu mu?

Şiirin anlaşılması, bir makalenin anlaşılması gibi değil. Şiiri anlamak demek, altında yatan entelektüel emeği okumak ve bundan zevk almak demektir bence. Ben yine sinemadan örnek vereceğim: Mustafa Irgat, bana, bir şiire bakmakla bir filme bakmak arasında fark olmadığını da öğretmiştir. İyi bir filmi anlamak, onun konusunu, olayların akışını anlamak değildir aslında. Onun arkasında yatan yaratıcı emeği okuyup ondan tat almaktır asıl önemlisi. Şiir de film gibi imgelerle yapıldığı için ona da böyle bakılmalı. Şiiri, bir filmi, tabloyu, müzik eserini anlar gibi anlamaya çalışmalı.


E Dergisi'nde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok: