14 Ocak 2024

Söyleşi - Turgay Kantürk

 

Yanlış At Üzerine

Söyleşi: Kadir Aydemir

Turgay Kantürk, sessizliğini Sel Yayıncılık’tan çıkan yeni kitabı Hayat Siyah Ölüm Beyaz ve Şiirden Yayınları’ndan çıkan düzyazılar toplamı Yanlış At ile bozdu. Kantürk’ün yeni kitabı, sekiz şiir kitabından sonra, okurla buluşan kısa öykülerden oluşan bir öyküler toplamı. Yazarla bu kısa öykülerin yazılış serüvenini ve Yanlış At adlı kitabı üzerine konuştuk.

Hayat Siyah Ölüm Beyaz, yaşam ile ölüm arasına kurulmuş küçük köprülere benzeyen ironik öykülerden oluşuyor. Bu öyküler neden bu kadar kısa ve oldukça idareli ‘kullanılmış’ olan ‘zaman’ sizin için neyi simgeliyor?..

Zamanın her şey olduğu bir dünyada yaşadığımızı söyleyerek başlamak isterdim. Ama kitaptaki amacım bu değildi. Üstelik zaman her zaman her şey. Öykülerin zeminde, bir kitap sayfasını düşünürsek, kapladığı yer gerçekten kısa ve kelimenin yerinde kullanımıyla; az. İdareli kullanıldığı var sayılan dil ise zeminin ötesine geçmeyi, ölçülebilir olan zamanla hesaplaşmayı öngörüyor. Bu kitaptaki öyküsel metinlerin kendi zamanlarını oluşturmak, okunurken yeniden yaratılmak gibi dertleri olduğunu düşünüyorum; en azından ben yeniden okurken böyle düşündüm. Yazarken çok farkında değildim. Bu öykülerin kendilerini var etme zamanlarıyla, benim zamanımın o an için uyuştuğunu düşünmekten başka yapabileceğim  bir şey yok. Şimdilik. İdarenin tasarrufla bir ilişkisi olabilir, belki. Yazmayı bilenlerden söz edeceksek ve yazının hayattaki yerinden, kendimizden öteye, başkalarının zamanıyla yarışmadan, dengeyi ve arayı bulmaktan söz edebiliriz; zamanın kıymetini bilmekten öteye bir şey bu. Başkalarının zamanını, biz de itinayla kullanmalıyız; zaman biz olsak  bile.

Öyküde tarz olarak kısa görüntü öykülerinden yanasınız sanırım… Yerli yabancı, beğendiğiniz, sizin düzyazı dilinizi besleyen yazarlar kimler oldu şimdiye dek?

Öykü ya da kısa öykü diye bir derdimin olmadığının kitap okunduktan sonra anlaşılacağını düşünüyorum. Yalnızca yazmam gereken şeyleri yazdım. Onlar kendilerini bana yazdırdılar. Benim çaresizliğim de bu noktada. Haklısınız görüntü önemli bir yer tutuyor Hayat Siyah Ölüm Beyaz’da. Siyahla beyazda olduğu gibi görünen ve görünmeyen arasında bir gel git bu yazdıklarım. Siyah ve beyaz; her ikisi de renk olarak kabul edilmiyorlar. Bunlar da öykü olarak kabul edilir mi bilemiyorum. İkilemleri çoğaltmak, çelişkiyi gündemde tutmak gibi bir amacım yoktu; ama hayatın oyunla, bu tür savaşımlarla anlam kazandığını bilecek yaştayım. Bugüne kadarki tüm verimlerim benden öncekilere bakarak, onları anlamaya çalışarak, onlarla didişerek oluşan metinler. İzini sürdüğüm şeyin, izi sürülmüş bir şey olduğunu hiç unutmadım. Gelenekten anladığım sadece budur. Beni besleyenlerse, yazdıklarım okunduğunda, gerçekten tüketildiğinde anımsanacak yazarlar. Hayat Siyah Ölüm Beyaz’ın yol arkadaşlarıysa bizden Ferid Edgü ve onlardan Thomas Bernhard sanırım. Yıllar önce yayımladığımız “Eski’z”de  Bernhard’ın kimi öykülerinin, kısa öykülerinin çevrilmesine ve  yayımlanmasına önayak olmuştum. ‘Ses Taklitçisi’ de bunlardan biriydi ve yıllar sonra türkçe’de yayımlandı bu öyküler. Ferid Edgü’nün ‘Do Sesi’yse dilimizdeki ilklerden biri.

Öykülerin çoğunda ‘anlatan’ ile ‘anlayan’ karakterler aynı kişiler. Yalnızlık ise sürekli etraflarında dolanıyor. Bu kadar yalnızlık neden?

Ah bir bilebilsem! Şiir dediğimiz böyle bir şey işte. Yazdıklarımın, yazabildiklerimin, yazacaklarımın bu noktada (yani yalnızlıkta) bir karşılık, bir benzerlik, bir aynılık bulması garip bir biçimde hoşuma gidiyor, desem yeridir. O kata ait olup olmadığımı başkaları, başka zamanlar belirleyecek. Ama biliyorum ki, benim benimsediğim, beğendiğim ve benzeştiğimi sandığım, sizin de tahmin edebileceğiniz tüm sanatçılar (yazarlar demiyorum) aynı hissi uyandırıyorlar bizde ve bende. Onlarla başlayan bir yazı serüveninin onlarsız devam etmesi düşünülemez kuşkusuz. Anlayan ve anlatan tespitiniz yazarın trajik noktasını belirleyen bir dokundurma. Başka türlü yazabilmek isterdim. Çok küçük bir zeminde resim yapmak, yaratmak  gibi bir ustalık istiyor. Oysa ben zemini baştan belirlemiştim. Hacim sorunu diye avutmak isterim kendimi. Yazmakta olduğum (hadi korkamadan, ya da korkarak söyleyeyim) romanda da durum böyle olursa, suç bendedir. Bana yalnızca suçu paylaşacak birilerini aramak kalıyor. Yazarak da arayabilirim;  benzerlerimi ve başkalarımı.

Yalnızlık demişken, ölümü de es geçmeyelim. Ölümü sayfalara gizlemişsiniz… Kimi öykülerde bu sözcüğün ağırlığını hissediyor okuyanlar…

Bir kaç ölüm ve fazlaca da yok oluş öyküsünden söz açılabilir tabii ki. Günümüz topluca bir yok oluşun destanını yazmaya, tanıklık etmeye zorluyor yazarı; tanıklıktan pek hoşlanmasam da. Kimi değerler, durumlar ve duygular için toplu  katliamlardan ve toplu intiharlardan dem vurulabilir. Yokluk, yok oluş, yitirme, yitim ve ölüm gibi tematik sayılabilecek haller günümüzün okunması ve algılanması için nirengi noktaları. Oysa şiirde olduğu gibi, bu kısacık öykülerde de bundan kaçınmaya çalışan bir üst dil kurmaya çalışmıştım. Bu beceriksizliğimin bir gün işe yarayacağını ve anlamını bulacağını düşünmek istiyorum şimdi. Yazarken durum çok başka, bilirsiniz. Ölümün ve yitirmenin daha da insana koyduğu bir yaşa gelmemenin etkisi de vardır belki; bilmiyorum.

Yazdıklarınızda, çocukluğunuzdan ilk gençliğinize ve şimdiki yaşınıza uzanan  otobiyografik göndermeler de var, yanılıyor muyum?

Benim yaşamımdan kimi izler taşıdığı tespiti doğru sanırım. Birkaç öyküde ben de aynı şeyleri yaşadım ya da yaşamıştım dediğim olmadı değil. İki elin parmaklarına yaklaşan sayıda şiir kitabı yayınlamış biri olarak, düzyazısının her zamanki yaşamsal etkilerine karşı koyamamışım demek ki. Ama kendi yaşamımdan çok başkalarından dinlediğim, gözlemlediğim ya da kurduğum öyküler ağırlıklı bir yer tutuyor Hayat Siyah Ölüm Beyaz’da. Onları dönüştürüp, kendimin kılmış olmam bu hissi uyandırıyor olabilir. Bu öykülerdeki zaman zaman gerçeküstücü yaklaşım, dili çocuksu ve şiirsel de kılıyor. Dünyaya şaşarak bakmayı sürdüren yetişkin bir yazarın gözlemleri olarak okunabilir yazdıklarım.

Kitapta, teatral anlatımın apaçık sezinlendiği öykülere rastlanıyor. Sizin tiyatro ile olan bağınızı biliyoruz. Buradan yola çıkarsak tiyatro-şiir-öykü ilişkisini nasıl kuruyorsunuz kafanızda, bize açıklayabilir misiniz?

Tüm sanatlarda düzenleme benim için en önemli şey. Zeminim ne olursa olsun, anlatmak ve paylaşmak istediğim şeylerin bir tartım, tutum ve uyumla iletilmesi gerektiğini düşünürüm. Var kılmak istediğiniz yapının temellerinin sağlam olması, disiplininiz farklı da olsa, üretiminizin başkalarına iletilmesini sağlayan şeydir sonuçta. Sizden çıktıktan sonra elden ele dolaşacak olan bu ileti, var olduğu sanatsal disiplinin tüm savlarını da taşımalıdır. Onu başkalarından ayıran bu var olma halidir. Kuşkusuz her disiplinin kendine özgü yapı sorunları ve kullanılan malzemelerin belirleyici özellikleri ortaya konan yapıtın oluşumunda ‘olmazsa olmaz’ları vardır. Ama temel sorun (sanat yapıtında) ortaya koyduğunuz kavramın, yapıtla ve bu yapıtı var ettiğiniz disiplinde kavramlaşıp kavramlaşmayacağıdır. Gerisi teknik çözümlerdir. Bunun içindir ki, mümkün olduğunca sınırlarla çevrili yapıları, sınırsız sayılabilecek bir özgürlük duygusuyla çalışır; sonuçlarını ürün üstünden tartıştıktan sonra ortaya çıkarıp çıkarmamaya, paylaşıp paylaşmamaya karar veririm. Disiplinin adından çok yaptın kendi kaderidir beni ilgilendiren.

Bu öyküler bir yerde şiirsel metinler olarak da kabul edilebilir mi, ne dersiniz?

Bu beni rahatsız etmez en azından. Bu metinlere öykü deyip dememeyi uzun uzun düşündüm ben de. Kimileri tümden öykü sanatına sırtını dayıyordu, kimileri de hiçbir kaygı taşımaksızın dille ifade bulan, yazıyı düpedüz anlatmaya araç edinen bir bencilliği öngörüyordu. Kimi dize kırıntılarına rastlamak da olasıydı. Ama ok yaydan çıkmıştı bir kez. Anlatı örgünlüğü içermeyen ama içten içe bir söylem tutturmayı kendine iş edinen bu kurmaca metinler, dönüp baktığımda öyküsel tatlar da içeriyordu. Onun içindir ki, ‘kısa, çok kısa öyküler’ demekte bir sakınca görmedim. Hiç olmazsa alanı daraltırken, yeni alanlar da açabileceğini düşünmek ve ummak isterim. Bu da yeter!

Hayat Siyah Ölüm Beyaz, bir umutsuzluğun şifresiz hali sanki, bu ismi seçişiniz bir tesadüf olamaz…

Belki biliyorsundur, Hayat Siyah Ölüm Beyaz Beşiktaş takımını taraftarlarından bir grubun, Çarşı Grubu’nun bir sloganı. İlk duyduğum an kitabın adı oldu. Siyah ve beyaz karşıtlığı yaşam ve ölüm gibi. Üstelik kitapta Beşiktaş’ın hala sevilen siyahi oyuncusu Pascal Nouma’yı da konu edinen bir metin var. Siyah ve beyaz arasındaki rengi aramaya çalışırken yaşamla ölüm arasındaki ince çizgiyi budan daha iyi ifade edecek bir şey bulamazdım gibime geliyor.

Kitabınızın sonunda, arka kapakta, küçük bir oyun var. “Bu kitap az satarsa kimse şaşırmayacaktı. Bu kitap çok satarsa herkes şaşıracaktı. Her iki durumda da hiç şaşırmayacak tek kişi var: YAZAR!..” diyorsunuz. Bu söz oyunu, günümüz kimi yazarlarının düştüğü bir kör kuyuyu işaret ediyor gibi… Bu oyunu biraz açabilir misiniz?

Bir oyundan çok, gizli bir mesaj olduğunu söyleyebilirim. Tabi ki okura, daha çok okura ulaşmak amacını taşıyoruz. Ama son on yılın değişen yayımcılık anlayışını, ucuzculuğu ve kitap adlarıyla belli satış rakamları yakalamayı hedefleyen yazarlık biçimi benim anladığım bir yazarlık değil.Yayımcılardan çok yazarların bu tuzağa yakalandığını işaret etmek istedim belki de.

2005 yılının ilk aylarında Yanlış At adlı kitabınız da yayımlandı. Yanlış ata oynamak bir tercih mi, şairin kaderi mi yoksa -şiirin kendisi mi yanlış at?

Düzyazılardan oluşan bir ara toplam Yanlış At. Ağırlıklı olarak şiirden söz açan yazıları içeriyor. Yazın yaşamımın büyük bölümünü şiir kapladı ve kaplayacak. Bu süre içinde şiir ve şiire olan ilginin (ya da ilgisizliğin) çeşitli hallerine tanık oldum. Yazdığım şiirler, kitaplarım, söyleşilerim, yazılar ve başkaları üzerine söylemeye çalıştıklarım, bir çoğumuzun başına geldiği gibi, genellikle sessizlikle karşılandı. Bu büyük ıssızlığın ortasında olmaktan mutlu olmasam da, belli bir olgunluğa aday olduğumu düşünüyorum. Başka sanatsal disiplinlerle olan ilgimin ve edebiyatı daha kapsayıcı olmaya çalışan bakışımın, güncel ve yığınsal ilgilere mahzar olamayacağı açık! İşte tam bu noktada, olduğum ve durduğumu var saydığım yer itibarıyle birilerine göre ‘yanlış’ım ve bundan gurur duyduğumu itiraf etmek isterim. Benim yanlış ata oynadığım çok açık, başkalarının da yanlış ata oymasını istiyorum belki de. Bana değil!

Yanlış At’ta yaklaşık 24 yıllık birikiminiz, kitap ve eleştiri yazılarınız yer alıyor. Anılarınıza kadar uzanıyor bu yazılar. Pek çok ünlü yazar yaşıyorken yayımlanmış hepsi. Yazıların sonunda yayım tarihlerinin olmaması ilgimi çekti. Geriye dönüp baktığınızda Yanlış At’taki yazılar sizi hüzünlendiriyor mu? Nasıl bir duygu onları, birebir tanıdığınız, evini ziyaret ettiğiniz, gözlerine baktığınız, konuştuğunuz, ama şimdi aramızda olmayan ustalarla ilgili dondurulmuş anlarınızı yeniden okumak?

Yaşamımda yer bulan insanlar (tanıdıklar, dostlar ve ustalar olarak ayırıyorum ben onları) Yanlış At’ın sayfaları arasında yaşamayı sürdürüyorlar, sizin de söylediğiniz gibi. Onların sözcükler, bakışlar ve kimi tespitler arasında nefes almaları beni gönendirir olsa olsa. Onların yokluğundan duyduğum ‘şey’e hüzün demek istemem asla… Onlarla daha çok zaman geçirmek isterdim. Yalnızca bu acıtıyor beni. Onları birazcık olsun tanıtabildiysem ya da tanıdıysam, birilerine bir şeyleri anımsatmak için aracılık edebildiysem ne mutlu! Gerisi boş…

Yanlış At’ta bir yazınıza şöyle diyorsunuz “Suç benimdir!” Yazmak, suçtan kurtuluş olabilir mi?

Bu sorunuzu yanıtlamak için düşünürken kitaplarıma verdiğim adlar düştü aklıma. İkili, üçlü ya da çoklu sözcük gruplarından mutlak bir tanesinin olumsuzluk barındırdığı ayrımsadım; son, siyah, felaket, tuzak, öteki, ölüm… Tüm bu olumsuz ya da ayrıksıymış gibi görünen tamlamalar bir suçluluk ifadesi olabilirdi, ilk okumada. Ama kuşatılmış ve örselenmiş bir kuşağın bireyi olarak, kendimle konuşmalarımın bir karanlık dehlizden geçtiğini gördüm hep. Zalimin bembeyaz kirliliğindense, mazlumun siyah önlüğünü yeğlerim. Ellerimi bu önlüğe silmeyi göze aldım. Suçsa suçtur. Razıyım!

Turgay Kantürk bundan böyle neler yazacak? Düzyazı ile olan bağınızı daha da güçlendirip farklı disiplinlerde eserler ortaya koymayı düşünüyor musunuz?

Evet, düzyazıyla olan ilişkim sürüyor hararetle. Ama öncelikle 1991’den bu yana yayımlanmış tüm şiirlerimi içeren bir toplam çıkacak yakında Sel Yayıncılık’tan. ‘Peri Çıkmazı’ adını taşıyan toplu şiirlerde yayınlanmamış dosyalar da yer alacak. Sürüp giden şiirlerin yanı sıra yeni hikayelerden olacak bir kitap ve şu furyanın bitimine denk gelir de ‘Siz de mi roman?’ sorusuyla karşılaşmayacağım bir zamana denk geleceğini düşündüğüm, bir roman üzerine çalışıyorum.

Bu siyah hayattan beklentileriniz neler?

Çok fazla beklentim yok açıkçası. Gün geçtikçe kendimi ve kimi yazarları Beckett kahramanlarına benzetiyorum. Sürekli bir boşluk! Sanırım ölüme kadar da sürecek bu…

Teşekkür ederim.

Ben de.

Hiç yorum yok: