5 Kasım 2010

Siyah Zaman

Daha önce yaşamıştım bu anı. Öyle hissettim. En başından olacak olanları az çok kestirebiliyordum. Her buluşma kendi yazgısını yaşardı içinde, bunu biliyordum. İlk ve son, başlangıç ve bitiş aynıydı benim için. O, gittikçe uzaklaşıyordu, engelleyemiyordum bunu. Kara bir bulut beni takip ediyordu sanki. Yağmur muydu yağan? Sanmıyorum! Kırmızı bir uykunun paramparça damlacıklarıydı yollarda akan. Kamburumu delip geçen buzdan bir sarkıt vardı, acı veriyordu eridikçe. Olumsuz düşünceler içindeydim. Gördüğüm tek renk vardı, gittikçe koyulaşan bir renk: Siyah! Simsiyah!

***

Kendi kendime konuşuyorum... Gökyüzü ile deniz arasında bir yerdeyim, sıkışıp kaldım sanki. Küçük insanın, sıradan insanın günlük ayrıntılarını izliyorum, onları yazmaya çabalıyorum. Bazen her şeyi unutturuyor "başkası". Başkasının konuşmaları, başkasının acısı, başkasının mimikleri. Aynada bir başkası oluyorum, çıplak ayakla toprakta bir başkası, peki kimin bu izler? İz süremiyorum. Sahibini bulamıyorum. Bir salyangoz uykuma karışıyor ve bildiğim her şeyin üstünü yaldızla kaplıyor. Harfler, tanımlar, işaretler birbirine giriyor dudaklarımın ardında. Sessizliğe gömülüyorum yavaş yavaş… Tüm bunlar kısa bir sürede oluyor…

***

Bazen anlatamazsın… Bazen konuşamazsın... Susup, sessizliğin diliyle cevap verirsin. Yine öyle oldu. Kendimi ifade edemedim, içten içe sıkıp dişlerimi, bekledim… Konuşmak anlamsızdı o an, ne diyecektim ki sanki? Bir boşluk vardı yeryüzüyle aramda, karşımdaki insanla aramda, sözcükler yetersiz kalmıştı. Bir şeyi ifade etmek büyük bir çelişkiydi, öyle hissettim. Başka şeyler düşündüm, evet hatta gülümsedim bile kendime. Komik geldi içinde bulunduğum durum, ah ne acı, duyarsızlaşmak böyle bir şey olsa gerek. İçsesimle hesaplaştım, telefonun diğer ucundaki insan bundan hiçbir şey anlamadı. Bir araba geçti yanımdan, gürültüyle. “Ben” dedim, “peki… haklısın… ama… neyse tamam.” Anlattıkları bana ait değildi, o ben değildim, önyargısını nasıl kırabilirdim ki? Bir insan bir düşüncenin tutsağı olmuşsa, bu zehri dışarı çıkartmak neredeyse imkânsızdır.

***

Gözlerimi kapamadan, iki yana sallanan ağaçları izledim… güzel anları düşledim birkaç saniye. Hepsi uzakta kalmıştı, şeffaf bir zeplin gibi gittikçe yükseliyordu, gözden kayboluyordu hatıralar. Hiç bitmeyecek sandığın her şeyin bir saati, dakikası vardır… O an iki yabancı gibisindir, geri dönemezsin. Dünya da böyle değil mi? Evrene bir bak, gün ışığı, gölgeler, akşam alacası ve koyu karanlık, sonra yeniden küçük ışık demetleri… Bitmeyen bir bekleyiş, bitmeyen bir susuş ve sonra başka sesler… Ama sen, sağırsın artık ve körsün. Dedim ya, bazen anlatamazsın, konuşamazsın; büyük kara taşlarla kaplanır kalbin, gitme vaktin gelmiştir…

Hiç yorum yok: