5 Kasım 2010

Bozcaada - Bitmeyen Kavga

Sonunda vardın limana. Otobüsler bir bir yanaşıyor adaya giden tek vapur için. Araçlardan inen herkes yorgun ve uykusuz. Sert koltuklarda iki büklüm halde uyumaya çalışsan da, beceremedin. Gözlerinden okunuyor her şey. Küçük sinekler konup duruyor ellerine, boşluğu itiyorsun, şekilsizce kovuyorsun siyah kanatlıları. Sabaha doğru, arabalı vapurda herkes, sanki onu ilk kez görüyormuşçasına, cep telefonlarıyla-fotoğraf makineleriyle güneşin doğuşunu çekiyorlardı. Sarı bir ateş topu dünyayı ısıtacak, evet. Herkes ona doğru bakıp hayaller kurarken; sağ tarafta oturan iki sevgili birbirine daha sıkı sarılmıştı, oğlanın eli kızın kulakmemesini okşuyordu, güvertedeki hamal çayından acı bir yudum daha alıp kara kara düşünmemeye çalışıyordu, yaşlı bir adam uykusunda dik bir kayadan düşmüştü ve sen, tüm bunlar olurken iki kara sineğin geminin bordasında kavga edişine şahit olmuştun. İki görünmez noktanın birbirine girişi… Önemsiz iki hayvancağızın kavgası… Onların bile kavga etmesi… Neydi bu?

***

Rastlantıların gücüne hep inandın. Zaman ve doğa ayarladı her şeyi sana göre. Bir büyük kum saatinin sayısız taneciği belki de tüm bu olanlar, bir tanrının eli çalkalıyor onu arada sırada, birbirine yapışan her şey bir anda ayrılabiliyor. Bu önermenin tam tersi de mümkün; ayrılık dediğin nedir ki? Sahilde iki köpek havlıyor. Durgun denizin yanında bomboş şezlonglar, kim bilir kimler uzandı oraya şimdiye dek. Kaç taş var kıyıda? Peki ya denizin içinde kaç balık? Dev yılanlar geziniyor mu geceleri burada? Ah bunları sorabilsen birine, nasıl da rahatlayacaksın. Sayısal karşılıklar çok önemli değil senin için, doğru cevapları alamayacak olmak da öyle; bir gün birisi sana karşılık versin yeter… Cevapsız kalması gereken sorular sorulduğunda, birisi sana cevap versin ya da vermesin… birisine sor yeter… birisi seni dinlesin yeter… O yüzden seviyorsun gecenin heykelini. “Gece iyidir” diyorsun, güneşin her halinden. Yıldızlara ve akşam bulutlarına inanıyorsun. Onlar susmuyor, bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar…

***

Herkes gitti. Vapur Bozcaada’ya doğru hareket edecek az sonra. Telaşlı insanlar bir an önce bindiler. Sen son dakikaya kadar bekliyorsun. “Kıyıda kalmak” ve “adaya gitmek”. Buraya kadar geldin, gitsen mi kalsan mı; birazdan kendini hem burada bırakacak hem de ağır adımlarla vapura doğru ilerleyeceksin. Kendine bakacaksın, belki el sallayacaksın. “An” dediğimiz şey bu işte, birçok sen, birçok o, birçok aşk, birçok hareket, birçok kayboluşun üst üste birikmesi… Hepsi zamanın tunç sayfasına sıkışan görüntülerden ibaret. Çekip çıkarıyor zihin bir tanesini. Oysa, şu giden vapurda elindeki kâğıdı buruşturan sensin, kıyıya vuran mektuptaki silik yazıyı okumaya çalışan sen. Uykusunda uçurumdan aşağı düşen sen, aşağıdaki kanatlı kuş sen. Geçmişte olduğunu sandığın her şey senin yaşadıklarındı. Biraz daha beklersen vapur kaçacak ve saatlerce bekleyeceksin burada. Yüzler değişecek, sesler de öyle. Kara sinekler nedenini bilmedikleri bir kavgayı sürdürecekler. Yenilen ya da yenenin olmadığı bu saçma sapan didişme, senin şaşkın bakışların arasında yüzyıllarca sürecek.

Bunları yazacaksın uykundaki mektuba. Denizin sihirli suyu her şeyi okuyup silecek…

Hiç yorum yok: