...
Ve program bitti, NTV stüdyolarından çıktık... Bülent İstinye'ye gidelim dedi, gittik. Bindiğimiz aracın şoförü bize güzel bir hikâye anlattı...
"36 yıl oldu İstanbul'a geleli..."
"Neden geldin abi, ta Diyarbakır'dan?"
"Güvercinleri çok severdim... hatta o yaşlarda bir güvercin için birini bile öldürebilirdim, deli gençlik işte..."
"Gençlik işte abi, peki ne vardı İstanbul'da senin için?"
"100'e yakın güvercimin vardı... Hepsini sattım, Yılmaz Güney'i bir kez olsun görebilmek için... güvercinleri yol parası yaptım..."
"Görebildin mi peki?"
"Hayır... ama Fatoş hanım abla ile tanıştım, abi kardeş gibiyizdir... Yılmaz Güney abimizi göremedim... Çok severdim..."
Bülent ve ben hem sevindik, hem şaşırdık, hem de üzüldük... Yılmaz Güney, büyük bir sanatçı, ilerici-aydın bir devrimci insandı bizim için... Ahmet Kaya, Yılmaz Güney derken böyle tatlı bir anıyı araya sıkıştırıp, indik taksiden...
Lodos vardı, sahil boyu yürüdük, balıkçılarla sohbet ettik uzun uzun... Bülent'le resmimizi çekti liseli genç çocuklar... Bülent'in hayranları da azımsanmayacak kadar çoktu, yol boyu sevgi gösterilerinde bulunuyordu herkes; dostlarımın yaptığı işlerden, geldiği yerlerden, başarılarından dolayı her zaman gurur duyarım, onları mutlu ve üretken görmek yüreğime güç verir daima!
"Haydi," dedi Bülent, "Geniş Aile dizisinin setine gidiyoruz..."
Gittik, çok eski dostlarımdan Fırat Tanış'la uzun zaman sonra yeniden karşılaştım; ayaküstü hoş bir sohbet ettik, bu da güne renk kattı. İşte böyle, 24 saatimin kıpkısa hikâyesi...
1 yorum:
Keyifle izledik gurulandık.
Yazın hayatın taaa kendisi gibi olmuş mutluluk, acı , hüzün hatıralar içeriyor...
Yorum Gönder