Arkeoloji Müzesi'nde çektiğim bir fotoğraf - 2006 |
Yolda olmak…
Büyük ve aceleci adımlarla yürümek nedensizce… Bazen bir yere yetişme telaşıdır bu içini kaplayan, bazense dalgın dalgın dolaşarak kaybolmak istersin sokaklarda. Cebinde dörde katladığın günlük gazeten. Metal bir parayı parmak uçlarında döndürüp duruyorsun. Peki neden hızlısın, bir şeyleri unutmak için mi bu çaban? Hatırlamak için mi? Nereye gittiğini bilmiyorsun ama uzun uzun yürümen gerek, yoksa çıldıracaksın...
O gün sıradan bir gündü benim için. Yaşlı adamlar kahvede oturup susuyordu. Yaptıkları en belirgin hareket takma dişlerini ağızlarında ileri geri oynatmak ve pişti oynarken ucu kırık bir kalemle müsvedde bir kâğıda gelişigüzel çizikler atmaktı. Karıları apartman önlerinde; ellerindeki siyah biçimsiz torbalar kedilerin hayretle baktıkları renk renk iplerle dolup taşıyordu. Dışarı sarkan ipleri yakalamak isteseler de, bu cılız hayvanlar bir terliğin ne kadar acı verebileceğini kuşaklar öncesinden öğrenmiştir, eminim.
Sırt çantamda fotoğraf makinem var. Bitmek üzere olan bir öykü taslağı ve yeni bir yıla girerken her zamanki kararsız, aceleci ve tedirgin –alışverişten pek anlamayan benliğimin bin bir zorlukla boyutunu, kâğıt yapısını seçtiği bir “Ece ajandası”! Bu köhne sokaktan geçerken, her sokaktan geçişimde yaptığım gibi, ev içlerine bakıyorum. Tahta pencerelerin ardında insanlar oturuyor ve dışarıyı izliyorlar. Televizyonun sesi açık, ama televizyondan çıkan sesleri duymadıklarına bahse varım… Gözleri camdaki sabit bir noktaya kilitli sanki. Size bakıyorlar, ama göremiyorlar sizi. Gözkapakları inip kalkıyor, oysa kör bir baykuş tünemiş içlerine…
Yaşlı insanlar korkutuyor beni. Neden bilmem, ama kapı numaralarına bakarak uzaklaşıyorum. Sayıları bir bir topluyorum kafamda, sonuçta ne çıkacaksa…
Gözüm sokakta. İnsanların arasında içimden konuşarak yürüyorum. İçses durmuyor. Tramvayın metal yolu, izmaritler, insanların renk renk ayakları; yere bakarak yürüyorsam eminim ki aklımdan çılgınsı bir şeyler geçiyordur. Yürüyen ayakkabılar ordusu. Bedensiz herkes. Garip bir uğultu yükseliyor nedense.
Ara sokağın birinden çıkıp Beyoğlu’nun tam kalbine daldım. Dükkânlarda hep aynı eski şarkılar. Midem bulanıyor artık. Çok satan bir albümden bu duyduğumuz, turistler için sanırım, hep o aynı ölü ses. Çantamdan ipodumu çıkartıyorum; imdadıma yetişiyor kendi şarkılarım. Bir gülümseme gelip yerleşiyor suratıma. Dünya, seni duymuyorum şu an!
* * *
Yaşlı bir amcanın bastonuyla bana doğru yaptığı sert işaretle kendime geliyorum. Tramvay yolunda bağımsızca yürürken, onun güzergâhını ele geçirdiğimin farkına varmamışım. Kaptan hırsla o cılız tramvay ziline basıp durmuş. Yolcular hep bir ağızdan söylenmeye başlamıştır bile... Tam arkamda, ani bir frenle duran tramvay, onun konformist yolcuları… Yağmur yağıyor, tabii ıslanmayı göze alamayan bayan x, zengin ama akbilli bay y. Teşekkürler uyardığınız için, tamam kızmayın geçtim bile kenara. Ve onlar iki adım sonra inecekleri Tünel’e doğru yol aldılar bile. Şurada sıkma portakal-havuç karışımı bir şey içmeli. Kürt böreği kokuyor. Bu kiliseyi seviyorum, bir zaman mum yakmıştım ben de herkes gibi. Büyülenip çıkıyor insan müzemsi ortamdan. Sahi, ne dilemiştim? Yanımdaki insanla mutlu olmayı mı? Bir gün bir yazar olmayı mı? Yoksa zenginlik? Ya da bir yolculuk?.. Kiliseler başka bir boyuta sürüklüyor insanı. Kız Kulesi’ne çıkmak ya da Burgazada’da Sait Faik’in yıllanmış ama capcanlı evinde gezinmek gibi bir duygu uyandırıyor bende. Her ne dilediysem gerçek olmayacağını biliyordum. Küçük bir dilekti belki de, birden lapa lapa kar yağmasını istemek kadar küçük. Geçmişin tüm kuruntusu ve garip istekleri sonradan anlamsız gelebilir insana, buna şaşırmıyorum artık. Bu basit yürüyüşte olduğu gibi, her zaman farkına vardığım bir şey var kendimle ilgili -dünyayla ilgili-: Sadece yaşıyoruz. “Yaşıyorum…” Bunu çok kere telkin edip durdum kendime. Ne bekliyorsun ki, yaşıyorsun işte! Cebimdeki para azalıp da mutluluk saatleri başlayınca -ki parasızlık garip bir yaratıcılık kaynağıdır daima-, işte derim, şimdi ne yapacaksın göreceğiz. Sahafların yolu tutulur; simit güzel bir öğle yemeğidir; korsan dvd’ciler sık sık ziyaret edilir. Yani yolda olmak, biraz da hayatın farkına varmaktır, anlayana...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder